HADİSTE İSNAD ve METİN TENKİDİ
Doç. Dr. Mehmet Özşenel
Anadolu
Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi İlahiyat Önlisans Programı öğrencileri için
hazırlanan "HADİS" kitabı, 9 no’lu Ünite
(Eskişehir
2010, s. 199-221)
TEMEL
KAVRAMLAR
Hadis, sened ve metin olmak
üzere iki temel unsurdan oluşur. Sened, metni
birbirlerinden
belli usullerle almak ve rivâyet lafızlarıyla nakletmek suretiyle
bize kadar
ulaştıran râviler silsilesinin adıdır. Metin ise senedin sonunda
râvilerin
naklettikleri sözlü kısımdır. Hadisi hocadan belli metodlarla alıp
öğrenmeye
tahammül, belli rivâyet lafızlarıyla nakletmeye de edâ denilmektedir.
Seneddeki
râvinin hadis naklederken kullandığı “ حَدَّثَنَا /bize hadis
nakletti”, “ أَخْبَرَنَا /bize haber
verdi”, “ سمَِعْتُ /işittim ki” gibi lâfızlar, râvinin hadisi
hangi yollarla
alıp naklettiğini gösterir.
Hadis denince
öncelikle Hz. Peygamber’e ait söz, fiil ve takrirlerin
(onaylar)
oluşturduğu metin kısmı anlaşılır. Buna merfu hadis denir. Bununla
birlikte sahâbe
ve tâbiûnun söz, fiil ve görüşleri de kayıtlı olarak hadis diye
isimlendirilir
(mevkuf
hadis,
maktû
hadis gibi).
Kelime anlamı
“dayandırmak, nispet etmek” olan isnad ise sened
kökünden
türetilmiş bir kelime olup hadis ilminde sözü sahibine dayandırma,
ulaştırma ya da
nispet etme anlamına gelmektedir. Bununla birlikte tarihi
süreçte isnad,
senedle eşanlamlı kulllanılır hale gelmiştir.
Tenkid kelimesi
Arapça’daki ‘nakd’ kelimesinin karşılığı olarak kullanılmaktadır.
Nakd kelime
anlamı itibariyle, ayıklamak, dirhemlerin sahtesini
gerçeğinden
ayırt etmek demektir. Şu halde hadis tenkidi terkibiyle bir
hadisin sahih
olup olmadığının tespiti amacıyla yapılan işlem ve incelemeler
anlaşılmaktadır.
Nakd ve Türkçeleşmiş karşılığı olan tenkid kavramı batı
dillerinden
gelen ‘kritik’ kelimesiyle de karşılanabilir.
Hadis tenkidi,
hadisin iki temel unsuru üzerinde cereyan eder. Bunlardan
birincisi
sened, ikincisi metindir. Hadisin metin kısmını nakleden râviler ve
sened
üzerindeki inceleme sened tenkidi, metnin muhtevası ve diğer kaynak
ve rivâyetlerle
karşılaştırılması ise metin tenkidi olarak adlandırılır. Bir
hadisin sahih
olup olmadığını belirleme, bir bütün halinde hadisin senedi ve
metniyle
birlikte değerlendirilmesine bağlıdır. Hadisçiler, hadisin doğruluğu
büyük ölçüde
onu nakleden râvilerin kişiliğine ve senedin kesintisiz oluşuna
bağlı
olduğundan daha çok sened tenkidi üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bununla
birlikte
hadisin metninin doğruluğunu test etmek için diğer rivâyetlerle
karşılaştırma
yöntemine de başvururlar. Muhaddisler yanında fakîhler ve
kelamcılar da
hadisleri metin tenkidine tabi tutmuşlardır.
SENED
TENKİDİ
Senedli bilgi
nakletme ve naklettiği haberin kaynaklarını verme anlamına
gelen isnad
sistemi Müslümanların geliştirdiği orijinal bir sistemdir.
Müslümanlar ilk
dönemlerden itibaren Hz. Peygamber’in hadisleri yanında
başta sahâbe ve
tâbiûn nesli olmak üzere önemli şahsiyetlerin söz ve fiillerini
nesilden nesile
sözlü ve yazılı olarak nakletmeyi bir gelenek haline
getirmişlerdir.
Bu sebeple isnad sistemi hicri I. asrın ortalarından itibaren
sadece hadiste
değil, diğer İslâmi ilimler yanında dil, edebiyat, tıp gibi çok
farklı
alanlarda bile kullanılır hale gelmiştir. Bu sebeple isnadsız nakledilen
bilgi ya da
haberler ciddiye alınmamış, özellikle isnadsız hadis nakli hoş
karşılanmamıştır.
Çünkü isnad, nakledilen haberin kontrolüne imkân veren en
önemli
vasıtaların başında gelmektedir. Ünlü muhaddis Şu’be’nin “içinde
haddesena/ahberana
geçmeyen hadis zerzavattır” sözü, isnadsız rivâyetlerin
değersizliğine
işaret etmektedir. Abdullah b. el-Mübarek’in “İsnad dindendir.
İsnad
olmasaydı, dileyen dilediğini söylerdi” şeklindeki sözü de hem isnadın
önemini, hem de
peygamberden gelişigüzel söz nakletme konusunda isnadın
caydırıcı
özelliğini gösterir.
Kur’ân-ı Kerîm
yanında Hz. Peygamber’in uyarıları isnad sisteminin
ortaya
çıkmasına ve Müslümanlarda tenkid zihniyetinin gelişmesine sebep
olmuştur.
Kur’ân-ı Kerîm’de “ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا إِنْ جَاءكَُمْ فَاسِقٌ بِنَبَإٍ فَتَبَيَّنُوا أَنْ تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ
فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ /Ey iman
edenler! Size bir fasık bir haber getirdiğinde
onu araştırın.
Yoksa bilmeden bir kavme sataşırsınız da sonra yaptığınıza
pişman
olursunuz” (Hucurat 49/6) buyurulur. Bu ayet-i Kerîme
Müslümanlara
açık bir şekilde haber getiren ya da nakleden kişileri ve
getirdikleri
haberi araştırmayı emretmektedir. Hz. Peygamber de “ مَنْ كَذَبَ عَلَىَّ
مُتَعَمِّداً فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ /Kim kasden
bana yalan isnad ederse, cehennemdeki
yerine
hazırlansın!” (Buhârî, İlim, 38, hadis no: 107; Müslim, Mukaddime, 1-
4, hadis no: 4)
buyurmak suretiyle hadis rivâyetinde dikkatli olmanın
önemine işaret
etmiştir. Diğer taraftan Hz. Peygamber’e yalan isnad etmeme
konusundaki
hassasiyet, hadis râvilerinin sıkı bir şekilde araştırılıp
incelenmesi
sonucunu doğurmuştur. İşte sened tenkidinin temelini bu
inceleme
oluşturur.
Sened
Tenkidinin Unsurları
Hadis âlimleri
bir hadisin senedini incelerken , özellikle (a) senedin
muttasıl,
yani kesintisiz
olmasını, (b)
sened
zincirindeki râvilerin sika, yani güvenilir
ve yetkin
olmasını, (c)
sened
zincirindeki râvilerin hadisi muteber bir yolla
almaların göz
önünde bulundurmuşlardır.
Senedin
muttasıl olmasından maksat, sened zincirindeki râviler arasında
bir kopukluk ya
da irtibatsızlık bulunmamasıdır. râvilerin birbirleriyle
görüşmüş ya da
bir şekilde irtibat kurarak hadisi almış olmaları hadisin
kabulü
açısından büyük önem taşımaktadır. Seneddeki râvi zincirinde bir
düşme olması ya
da râviler arasında bir irtibatsızlığın tespiti o rivâyete olan
güveni azaltır.
Senedin
muttasıl olması hadisin kabulü için büyük önem taşır, ancak tek
başına yeterli
değildir. Aynı zamanda seneddeki râvilerin sika olması da
gerekir. Lugat
anlamı ‘güvenilir’ olan ‘sika’ tabiri, hadis ilminde adâlet ve
zapt sıfatlarını
taşıyan râvi hakkında kullanılır. Adâlet en kısa ifadesiyle
râvinin dinin
emir ve yasaklarına riayet eden doğru sözlü ve dürüst bir kişiliğe
sahip olması
demektir. Zapt ise râvinin yeterli zihinsel donanıma sahip
olması, teknik
ifadesiyle öğrendiği hadisi nakledinceye kadar değiştirmeden
muhâfaza
edebilmesidir. râviler beş tanesi adâlet, beş tanesi de zaptla ilgili
olmak üzere
toplam on ayrı noktadan (metâin-i aşere) incelemeye tabi tutulup
tenkid edilir.
Adâlet ve zapt sıfatlarından birini taşımayan râvinin rivâyeti
makbul
sayılmaz. Bir râvinin sika olup olmadığına karar vermek için yapılan
inceleme ve
çalışmalara hadis ilminde cerh ve ta‘dil adı verilir.
Cerh ve ta’dil konusunda
ayrıntılı bilgi için Emin Aşıkkutlu’nun Hadis’te Ricâl
Tenkidi kitabını okuyunuz.
Senedin
muttasıl ve râvilerin sika olması yanında sened zincirindeki
râvilerin her
birinin hadisi birbirlerinden muteber hadis alma yollarından
biriyle almış
olması da aranır. Râvinin hadisi semâ, kıraat, icâzet gibi genel
kabul görmüş
hadis alma yollarından biriyle değil de söz gelimi hocadan
izinsiz,
hırsızlama yoluyla almış olması onun rivâyetinin kabul edilmemesine
yol açar.
Hadis âlimleri
bir hadisin sahih yani sağlam ve kabul edilebilir bir
rivâyet
olabilmesi için yukarıdaki unsurlar dışında şaz ve illetli olmamasını
da şart
koşarlar. Şaz, hadisin sened veya metin açısından diğer rivâyetlere
aykırılık
taşımasıdır. İllet ise hadisin sened veya metninde bulunan ve ancak
hadis ilminde
uzman olanların görebileceği gizli bir kusurdur. Görüldüğü gibi
bu iki şart
hadisin iki temel unsuru olan sened ve metin arasında ortaktır.
Bununla
birlikte bu kusurlar da büyük ölçüde râvilerin hatalarından kaynaklanmaktadır.
Bundan dolayı
terim olarak şaz, sika râvinin sika râvilere veya
kendinden daha
sika râviye aykırı rivâyeti olarak tarîf edilmiştir. Sonuç
itibariyle şaz
ve illetli olmamak şartlarının da temelde sened tenkidinin
kapsamına
girdiği söylenebilir.
Yapılan
incelemeler sonucunda yukarıdaki özellik ve şartları taşıyan
hadisler sahih,
taşımayanlar zayıf kabul edilir. Bir hadisin sahih olduğuna
hükmetme
işlemine teknik tabiriyle ‘tashih’, zayıf olduğuna hükmetmeye de
‘tad‘îf’
denmektedir. Hadis âlimleri tarafından sahih olduğuna hükmedilen
bir hadis bütün
bu aşamaları geçmiş demektir. Aynı şekilde zayıf olduğuna
hükmedilen bir
hadis de yapılan incelemeler sonucunda yeterli şartları
tamamlamamış
hadis olarak değerlendirilir. Bununla birlikte hadisçiler ilmi
bir ihtiyat
göstererek sahih sayılan bir hadisin gerçekte sahih olmayabileceğini,
zayıf sayılan
bir hadisin de gerçekte sahih olma ihtimali bulunduğunu
söyleyerek
değerlendirmelerinde bir hata payı bırakmışlardır.
Görüldüğü gibi
bir hadisin sahih olup olmadığına karar vermek sadece
sened tenkidi
açısından bile ciddi bir süreci gerektirmektedir. Sened tenkidi
çoğu zaman
sonuç verdiğinden hadisçiler sened tenkidini geçememiş bir
hadisin metin
açısından incelenmesine gerek duymazlar. Bu sebeple senedi
incelemeden
doğrudan metin tenkidi yapılmasını abesle iştiğal olarak
görürler.
Bununla birlikte senedi problemsiz görülen nice hadis metni vardır
ki hadisçiler
tarafından karşılaştırma (muâraza) yöntemiyle incelenip tenkide
tabi
tutulmuştur. Hadis ilimleri arasında bulunan nâsihu’l-hadîs ilmi, ilelu’lhadîs
ilmi,
ihtilâfu’l-hadîs ilmi gibi müstakil ilim dalları hadisin senedi kadar,
metinleriyle
ilgili problemleri de ele alan hadis bilgi dallarıdır. Özellikle
ihtilâfu’l-hadîs
ilmi, muhteva itibariyle diğer hadislerle veya diğer şer‘î/dinî
delillerle
çelişir gözüken sahih hadisleri incelemeye alan ve çözüm yolları
üreten bir
bilgi dalıdır. Dolayısıyla esasen gerektiğinde hadisçilerin de metin
tenkidi
yaptığını söylemek mümkündür. Kaldı ki fıkıh, kelâm gibi diğer
İslâmî
ilimlerin mensupları da hadislerde metin tenkidi yaparken yine hadisçilerin
sened tenkid ve
tetkiki sonucu sahih olarak nitelendirdikleri hadisler
üzerinden
muhteva tenkid ve değerlendirmeleri yapmaktadırlar.
Sonuçta bugün
elimizde bulunan ve sahih olarak nitelendirilmiş olan bir
hadis: (a) senedinde
ittisal olup olmaması açısından incelenmiş ve râvi
silsilesinde
bir inkıta (kopukluk) bulunmamış, (b) seneddeki
râvileri tek tek
incelenmiş ve
adâlet ve zapt açısından yeterli vasıflara sahip râviler olduğu
tespit edilmiş,
(c)
seneddeki
râvilerin birbirleriyle görüştükleri veya usulüne
uygun bir
şekilde hadisi alıp naklettikleri belirlenmiş demektir.
Bunlardan ayrı
olarak sened ve muhteva açısından bu hadisin şaz ve
illetli
olmadığının da belirlendiği anlaşılmalıdır. Sonuçta bütün bu özellikleri
taşıyan bir
hadis sahih olarak nitelendirilir. Buradan sahih hadisin tanımı da
ortaya
çıkmaktadır. Buna göre “Sahih hadis, sika bir râvinin kendisi gibi sika
olan râviden
almak suretiyle senedin başından sonuna kadar muttasıl bir
şekilde şaz ve
illetli olmaksızın naklettiği hadistir”.
Şimdi sened
tenkidini ve hadisin sened açısından tahlilini bir örnek
üzerinden
görelim:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّار،ٍ قَال :َ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سَعِيد،ٍ قَالَ: حَدَّثَنَا شُعْبَةُ، قَالَ: حَدَّثَنِي أَبُو التَّيَّاحِ عَنْ أَنَسِ بْنِ
مَالِكٍ عَنْ النَّبِيِّ -صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- قَالَ: يَسِّرُوا وَلَا تُعَسِّرُوا وَبَشِّرُوا وَلَا تُنَفِّرُوا.
(Buhârî dedi
ki:) Bize Muhammed b. Beşşâr tahdis etti, o dedi ki bize
Yahya b. Saîd
tahdis etti, o dedi ki bize Şu‘be tahdis etti, o dedi ki bana
Ebû’t-Teyyâh
tahdis etti, onun Enes’ten (r.a.), onun da Hz. Peygamber’den
–sallallâhü
aleyhi vesellem– rivâyet ettiğine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.) şöyle
buyurdu: Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz,
nefret
ettirmeyiniz” (Buhârî, İlim, 11, hadis no: 69).
Buhârî’nin
kitabı el-Cami‘u’s-sahîh’e kaydettiği
bu örnekte râvilerin
isimlerinin
sıralandığı kısım hadisin senedini, Hz. Peygamber’in sözünün
nakledildiği
kısım da metnini oluşturmaktadır. Sened, Hz. Peygamber’in
sözünün sahâbi
râvi Enes’ten itibaren nesilden nesile hangi râviler tarafından
hangi eda
sıygalarıyla nakledilerek Buhârî’ye ulaştırıldığını göstermektedir.
Buhârî sahih
hadisleri toplamayı hedeflediği kitabına bu hadisi aldığına göre
gerekli
tetkikleri yapmış ve hadisi sahih kabul etmiş demektir.
Dikkat: Buhârî yukarıdaki
şartlara ilave olarak kitabına aldığı hadislerin râvilerinin
birbirleriyle görüşmüş
olmalarını şart koşmaktadır. Buna lika (görüşme) şartı,
görüşmüş olduğunun
tespitine de sübutu’l-lika denmektedir. Müslim ise
râvilerin birbirleriyle
muasır olmalarını, başka bir ifadeyle görüşmüş olma
imkânını yeterli
görmüştür. Buna da muaseret denmiştir. Buhârî’nin şartı daha
sıkı olduğu için bu durum
onun kitabını diğerlerinden ayıran önemli
özelliklerden biri
olmuştur.
Hadisin, sahih
olmak için gerekli özellik ve şartları taşıyıp taşımadığına
bakılacak
olursa, öncelikle hadisin senedi muttasıl/kesintisiz olduğu görülür.
Hz.
Peygamber’den itibaren isnada yer alan râvilerin vefat tarihleri
incelendiğinde
birbirleriyle tarihen görüşmüş olmalarının mümkün olduğu
anlaşılır.
Hadisin isnadına sırayıyla bakıldığında; Resûlüllâh’ın (v.11/632),
Enes b.
Mâlik’in (93/712), Ebû’t-Teyyâh Yezid b. Humeyd’in (128/745),
Şu‘be b.
el-Haccâc’ın (160/776), Yahya b. Sa‘id el-Kattân’ın (197/812),
Muhammed b.
Beşşâr’ın (252/866) ve el-Buhârî’nin (256/869) doğum ve
vefât tarihleri
incelendiğinde likâları/ilim alıp vermelerinin mümkün olduğu
görülür.
Ayrıca, ricâl ve tabakat kitaplarında bu râvilerin birbirleriyle
görüştükleri,
hoca talebe ilişkisi içinde bulundukları, başka bir ifadeyle bir
iletişim ve
sosyal ilişkiler ağı içerisinde oldukları tespit edilmiştir.
Kitap: Hadis râvilerinin
birbirleriyle ilişkileri ve hadis rivâyet ağı konusunda Recep
Şentürk’ün Toplumsal
Hafıza/Hadis rivâyet Ağı 610–1505 adlı kitabını
okuyunuz.
Diğer taraftan
râvilerin kullandıkları eda lafızları da bir taraftan onların
hadisi hangi
yollarla aldıklarını göstermekte, bir taraftan da birbirleriyle
irtibat
kurduklarını ispatlamaktadır. Buna göre:
Buhârî
“haddesena/bize tahdis etti/bize hadis nakletti” lafzını kullandığı
için hadisi
hocası Muhammed b. Beşşar’dan sema tarîkiyle almış, “bize”
dediği için de
bir topluluk içinde bunu ondan duyduğu anlaşılmış olmaktadır.
Aynı şekilde
hocası Muhammed b. Beşşar da “haddesena/bize tahdis etti”
dediğine göre o
da hocası Yahya’dan hadisi topluluk içinde “sema” etmiştir.
Yahya da hocası
Şu’be’den hadisi aynı tarzda duymuştur. Şu’be de hadisi
“sema”
etmiştir; ancak “bana tahdis etti” dediği için hadisi alırken yalnız
olduğu
anlaşılmaktadır. Onun hocası Ebû’t-Teyyah ise hadisi hocası sahâbi
râvi Enes’ten
“an/den” lafzıyla, o da hocası Hz. Peygamber’den aynı lafzla
nakletmiştir.
Dikkat: عَنْ “den-dan” lafzının sema’a
yani işiterek hadis almaya delaleti açık olmadığı
için tartışılmıştır.
Hadis âlimlerinin çoğunluğu, bu lafızla nakleden râvi müdellis
olmamak ve hocası olarak
ismini verdiği kimseyle muasır olmak kaydıyla aksi
ortaya çıkıncaya kadar
bunun da sema‘a delâlet ettiğini kabul etmişlerdir.
Yukarıdaki senedde böyle
bir durum söz konusu değildir. Kaldı ki Buhârî’nin
kitabına aldığı
hadislerde râvilerin birbirleriyle görüşmüş olma (lika) şartını
aradığına yukarıda işaret
edilmişti.
Diğer taraftan
seneddeki râviler incelendiğinde her birinin sika yani adâlet
ve zapt
şartlarını taşıyan önemli hadis âlimleri oldukları görülür. Bu râviler
hakkında hadis
rivâyeti açısından gerekli olan temel bilgiler İbn Sa‘d’ın et-
Tabakât’ı, İbn
Ebî Hâtim’in el-Cerh ve’t-ta‘dîl’i, İbn Hibbân’ın es-Sikât’ı
Zehebî’nin
Siyeru A’lâmi’n-nübelâ’sı, İbn Hacer’in Tehzîbü’t-Tehzîb’i gibi
ricâl ve tabakât
kitaplarında bulunabilir.
Yukarıdaki
özellikler dışında hadisin sened veya metin açısından aynı
veya benzer
muhtevadaki diğer rivâyetlere aykırılık (şuzûz) ya da gizli bir
kusur (illet)
taşıdığına dair herhangi bir bulguya da rastlanmamıştır. Şu halde
bu hadis bütün
şartları taşıyan sahih bir rivâyet olarak başta Buhârî’nin
Sahih’i olmak üzere
birçok muteber hadis kaynağındaki yerini almıştır.
Sıra Sizde 1: Bir hadis kitabından
senedli bir hadis örneği bularak inceleyiniz. Seneddeki
râvileri ricâl ve tabakat
kitaplarından bularak hoca talebe ilişkilerini ve râvilerin
güvenilirlik durumlarını
tespit ediniz.
Bütün bu
aşamalardan geçmiş bir hadis muhteva itibariyle yine de
kesinliği belli
diğer şer‘i, akli, tarihi ve tecrübi bilgi ve delillere aykırılık
taşıyorsa o
takdirde metin tenkidi olarak isimlendirilen ikinci bir tenkid ve
değerlendirme
işlemine tabi tutulacaktır.
Sened
Tenkidinin Sonuçları
Hadis âlimleri
yukarıda işaret edilen ölçüler çerçevesinde hadisi inceledikten
sonra
aradıkları vasıfların bulunup bulunmamasına göre bir hükme varırlar.
İnceleme
sonucunda hadis kusursuz olmasına veya kusur varsa az ya da çok
olmasına,
bulunduğu yere ve hatanın niteliğine göre muhtelif isimler alır ve
bu
isimlendirmeler o hadisin değerini ortaya koyar. Bütün şartları taşıyan
hadis sahih;
bütün şartları taşıdığı halde râvilerinden birinde hafif bir zapt
kusuru bulunan
hadis hasen olarak isimlendirilir ve bu grupta yeralan hadisler
makbul sayılır.
Senedinde inkıta bulunan hadisler ise zayıf kabul edilir.
Çünkü seneddeki
bir kopukluk aradaki kişinin incelenme ve dolayısıyla hadis
hakkında hüküm
verme imkânını ortadan kaldırmaktadır. Böyle bir
mechullük
taşıyan bir hadisin Peygamber’e nispet edilmesini muhaddisler
doğru
bulmazlar. İnkıta eğer sahâbe/tâbiûn tabakasında ise hadis mürsel;
senedden
peşpeşe olmaksızın iki veya daha fazla râvi düşerse munkatı;
peşpeşe iki
râvi düşerse mu‘dal adını alır. Diğer taraftan râvilerde adâlet veya
zapt yönünden
tespit edilen eksikliklerin çeşidine, az veya çok oluşuna göre
de hadis muhtelif
adlar alır (muallel, münker, metruk, şaz gibi).
Bütün bu
değerlendirme ve tespitlerin temelinde Peygamber’e yanlış bir
söz nispet
etmeme hassasiyeti bulunmaktadır. Bu hassasiyet “ مَنْ كَذَبَ عَلَىَّ
مُتَعَمِّداً /Kim benim
adıma kasten yalan uydurursa…” hadisinin zihinlere
nakşettiği
hassasiyet ve titizliğin bir sonucudur. Hadis tenkidine ve özellikle
sened tenkidine
dışarıdan yüzeysel bir şekilde bakanların ya da içeriden iyi
niyetle bakmak
istemeyenlerin bu titizliği anlamaları mümkün değildir.
Sened tenkidini
şekli bir uygulama, basit bir faaliyet olarak görmek, Müslümanların
çok erken bir
dönemde kendi dini kültür ve metinlerini koruma ve
sonraki
nesillere nakletme konusunda ulaştıkları tenkid zihniyeti ve tenkidci
düşünce
seviyesini görmezden gelmek en iyimser ifadeyle cahillik olarak
nitelendirilebilir.
Sonuçta
hadisler hakkında verilen hükümler ve yapılan isimlendirmeler
büyük ölçüde
sened tenkidine dayanmaktadır. Sened hakkında yapılan bütün
inceleme ve
araştırmalar, sonunda sağlam bir metin elde etmeye yöneliktir.
İsnad
sisteminin diğer orijinal bir yönü de şudur ki, hadis veya rivâyetlerin
ilk asırlarda
isnadlı olarak nakledilip kayda geçirilmiş olması bugün bile bize
sened tenkidi
yapma imkân ve şansını vermektedir. Çünkü senedlerdeki
râviler
hakkında yapılan inceleme ve değerlendirmeler de binlerce cildi bulan
ricâl ve
tabakat eserlerinde kayıt altına alınmıştır.
Kitap: İsnad sistemi ve sened
tenkidi konusunda Ayhan Tekineş’in Geleneğin Altın
Zinciri Bilgi Aktarım
Yöntemi Olarak İsnad adlı kitabını okuyunuz.
Sened tenkidi
büyük ölçüde bize sağlam bir metin vermekle birlikte,
muhtevanın
diğer delil ve bilgilerle mukayesesi ve genel yapıyla uyumu da
gözden ırak
tutulmamıştır. Metin tenkidi olarak isimlendirilen bu muhteva
analiz ve
mukayesesi bir sonraki bölümün konusunu teşkil edecektir.
METİN
TENKİDİ
Metin tenkidi
bir kavram olarak esasen batı menşeli bir tabirdir. Batıda
senedli bilgi
nakletme gibi bir gelenek ve zaten böyle bir imkân söz konusu
olmadığından
başta kutsal kitaplar olmak üzere geçmişten günümüze intikal
eden metinler
muhteva açısından tahlil edilmeye ve orijinal olup olmadıkları
bu yolla tespit
edilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede mevcut nüshalardan
doğruya en
yakın ve en sahih metni elde etmeyi hedefleyen tenkidli neşir
(edisyon
kritik) yanında, edebî tenkid, yorumsamacı tenkid (hermenötik) gibi
bir çok metin
tenkid yöntemi ortaya çıkmıştır.
Son iki asırda
oryantalistlerin İslâm ilim geleneğindeki isnad sistemi
üzerinde
yaptıkları araştırmalar sonunda Müslümanlarda metin tenkidi
olmadığı
yönünde iddialar ortaya atmaları, İslâm dünyasında metin tenkidinin
gündeme
gelmesine sebep olmuştur. Birçok Müslüman araştırmacı
Müslümanların
da metin tenkidi yaptıklarını ispatlamaya çalışan araştırmalar
ortaya
koymuştur. Esasen son dönemlere gelinceye kadar Müslüman
âlimlerin
geçmişte metin tenkidi gibi bir öncelikli gündem ve problemleri
olmamıştır.
Çünkü onların ellerinde metni tevsik imkânı veren isnad gibi son
derece önemli
ve orijinal bir sistem bulunmaktadır. Dolayısıyla bir metnin
sıhhatini
belirlemek için sadece metne mahkûm değillerdir. Bununla birlikte
bu onların
metinle hiç ilgilenmedikleri ve metnin muhtevasını değerlendirmedikleri
anlamına
gelmez. Tam aksine en az sened kadar metinle de ilgili
çalışmalar
yapmışlardır. Esasen sened tenkidi olarak görülen hususların bile
bir bölümü
metnin incelenmesini de içine almaktadır.
Diğer taraftan
hadis metinleriyle doğrudan ilgili esbâb-ı vurûdi’l-hadis,
ihtilafu’l-hadis,
nâsihu’l-hadis, garîbu’l-hadis gibi hadis ilimleri yanında
meydana
getirilen geniş şerh ve haşiye edebiyatında hadis metinlerinin
ayrıntılı anlam
ve muhteva tahlilleri yapılmıştır. Ayrıca usul-i fıkıh kitaplarında
haberlerin
sübut ve delaletiyle ilgili ayrıntılı tahliller yapılmış ve
kurallar
belirlenmiştir. Şu halde Müslümanların metin ve muhteva tenkidi
yapmadıkları
söylenemez. Şu kadar var ki bunu metin tenkidi adı altında
yapmayıp, kendi
dönemlerine göre farklı isimler altında gerçekleştirmişlerdir.
İslâm
dünyasında son dönemlerde hadiste metin tenkidi dendiğinde
kasdedilen ise
daha ziyade hadislerin Kur’ân’la, sünnetle, tarihi ve tecrübî
bilgilerle,
akılla mukayese edilerek tenkide tabi tutulması olmuştur. Burada
aslında modern
anlamda bir metin tenkidinden ziyade “metnin tenkidi”, daha
açık ifadeyle
hadisin asıl unsurunu teşkil eden “hadis metninin tenkidi”nden
bahsedilebilir.
Bu anlamda hadis metninin tenkidinin de sahâbe döneminden
itibaren
başladığı söylenebilir. Başta Hz. Âişe olmak üzere bazı sahâbiler
kendilerine
ulaşan bazı hadisleri doğruluğundan emin oldukları Kur’ân ve
sünnet
bilgileriyle karşılaştırıp tenkid etmişlerdir. Ancak klâsik kaynaklarda
hadislerin
Kur’ân’a arzı olarak bilinen bu konu geçmişte, günümüzde bazı
çevreler
tarafından algılandığı gibi sened tenkidinin bir alternatifi ya da isnad
göz ardı edilerek
uygulanan bir yöntem şeklinde görülmemiştir. İsnadı
olmayan veya
zayıf olan bir hadis zaten ciddiye alınmamıştır. Burada temel
amaç, sened
yönünden sahih olan bir hadisin muhteva açısından daha sağlam
ve kesin
delillerle karşılaştırılıp aykırılık halinde reddi, paralellik halinde
pekiştirilmesini
temin etmektir. Ancak temelde bir mukayese yöntemi olan
metin tenkidi
daha çok sahih bir hadisin muhtevasında aykırılık görüldüğünde
gündeme
gelmektedir. Sonuçta hadisteki ‘metnin tenkidi’nin de
modern anlamdaki
‘metin tenkidi’nin bir yönünü teşkil ettiği söylenebilir.
Kitap: Metin tenkidi kavramı ve
İslâmi ilimlerde metin tenkidi konusunda Salahattin
Polat’ın Metin Tenkidi kitabını inceleyiniz.
Burada metin
tenkidi tabiri son dönem İslâm dünyasında kullanıldığı
şekliyle yani
hadis metninin Kur’ân, sünnet gibi temel kaynak ve bilgilerle
karşılaştırılıp
değerlendirmeye tabi tutulması manasında ele alınacaktır.
Metin
Tenkidinin Unsurları
Metin tenkidi
temelde bir karşılaştırma yöntemidir. Aynı anlamda olmak
üzere arz,
muaraza ve mukayese tabirleri de kullanılmaktadır. Kısaca sened
açısından sahih
görünen bir hadisin metninin doğruluğunu kontrol etmek için
doğruluğundan
emin olduğumuz diğer delil ve bilgilerle karşılaştırılmasına
metin tenkidi
demekteyiz. Bu çerçevede bir hadis; (a) muhteva ve (b) dilve
üslup
itibariyle başlıca iki yönden metin tenkidine tabi tutulur.
Muhteva
açısından yapılan tenkidde hadisin muhtevası ve içerdiği bilgi ve
hükümler
Kur’ân-ı Kerîm, Sünnet, akl-ı selîm, tecrübe, tarihî ve ictimaî
bilgilerle
karşılaştırılarak değerlendirilir. Yapılan değerlendirmelerde gelen
bir hadisin
muhteva olarak bu gibi kesin delil ve bilgilere tevil edilemeyecek
şekilde aykırı
olduğu tespit edilirse bu hadis veya rivâyetin doğru olmadığına
hükmedilir. Bu
yaklaşımın temelinde şöyle bir mantık yatmaktadır: Hz.
Peygamber’in,
Allah’tan alıp tebliğ ettiği Kur’ân’a aykırı bir şey söylemesi
ya da yapması
düşünülemez. Kendi yapıp ettikleri ya da söyledikleri olan
Sünnetle
çelişmesi de sözkonusu olamaz. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) aklî
gerekliliklere,
tarihi ve ictimai gerçeklere, doğruluğu kesinleşmiş ilmi ve
tecrübî
verilere aykırı hüküm beyan etmesi de beklenemez. Dolayısıyla bu
bilgilerle
çelişir durumda olan bir hadis veya haberin ona nispet veya
isnadından en
azından şüphe duyulmalıdır.
Dil ve üslup
açısından yapılan tenkid ve değerlendirmelerde de gelen
rivâyetteki
ifadelerin Arapça dil bilgisi kurallarına uygunluğu, edebi açıdan
Hz.
Peygamber’in genel üslup ve ifade tarzlarıyla ne kadar örtüştüğü kontrol
edilir. Arapça
dil kurallarına uymayan bir muhteva, fasih bir Arapça’ya sahip
olan Allah
Resûlü’nün ağzından çıkmış olamaz. Aynı şekilde Hz.
Peygamber’in
karakterine yakışmayacak hafiflikte ifadeler, ifrat ya da tefrite
varan hüküm ve
değerlendirmeler edebi bir üslup ve nezakete sahip olan Hz.
Peygamber’e
nispet edilemez. Şimdi hadis metninin muhteva açısından
karşılaştırılıp
değerlendirildiği alanları görelim:
Kur’ân-ı
Kerîm
Bir hadis metni
tevil edilemeyecek ölçüde Kur’ân-ı Kerîm’e aykırı olamaz.
Burada dikkat
edilmesi gereken nokta, Kur’ân’a aykırı görünen bir hadisi
reddetmekte
acele etmemektir. Öncelikle her ikisinin muhtevasının iyi
kavranması,
aralarında gerçekten bir çelişki bulunup bulunmadığının ayrıntılı
olarak
incelenmesi gerekmektedir. Ayrıca mukayese yapılırken Kur’ân’ın o
konuyla ilgili
olarak sunduğu genel çerçeve dikkate alınmalı, problem etraflı
bir şekilde ele
alınıp incelenmelidir. Sonuçta hadis metninin Kur’ân ile
bağdaştırılma
imkânı varsa tevil edilerek araları bulunur. Aksi takdirde
hadisin merdud
yani kabul edilemez bir hadis olduğuna hükmedilir.
Hadislerin
Kur’ân’a arzı ilk dönemlerden itibaren uygulanmış bir metin
tenkid
yöntemidir. Bunun klasik örneklerinden biri şudur:
Hanım
sahâbilerden Fatıma bint Kays (r.anha) eşinden boşandıktan sonra
Hz.
Peygamber’in kendisine mesken hakkı ve nafaka tayin etmediğini
naklettiğinde
Hz. Ömer’in cevabı şu olmuştur: “Ezberledi mi, unuttu mu
bilemediğimiz
bir kadının sözü yüzünden Rabbimizin kitabını ve
Peygamberimizin
sünnetini terk edemeyiz. Onun mesken ve nafaka hakkı
vardır. Allah
Teala şöyle buyurdu: Onları (boşadığınız kadınları) apaçık bir
kötülük
yapmadıkları sürece evlerinden çıkarmayın. Onlar da çıkmasınlar
(Talak 65/1).”
(Müslim, Talak, 46).
Burada Hz.
Ömer, Fatıma bint Kays’ın Hz. Peygamber’den naklettiği bir
uygulamayı
Kur’ân ve sünnet konusunda sahip olduğu kesin bilgilerle
karşılaştırarak
kabul etmemiş, bu rivâyetin Kur’ân’daki açık ayet hükmüne
aykırı olduğunu
belirtmiştir.
Dikkat: Hz. Ömer’in Kur’ân’a
aykırı bularak kabul etmediği rivâyet muteber hadis
kaynaklarında mevcut olup
sahih bir rivâyettir. İslâm âlimleri Fatıma bint Kays
hadisindeki durumu ona
has istisnai bir durum olarak değerlendirmişlerdir.
Buradan yöntemin
uygulanmasında hadisin tevil imkânlarını araştırmanın
önemi ortaya çıkmaktadır.
Hz. Ömer örneği sonucu açısından değil, yöntemin
sahâbede dönemindeki
köklerini göstermek açısından verilmiştir.
Diğer bir
örnekte bu defa Hz. Ömer Hz. Peygamber’den şöyle bir hadis
nakleder:
“Mezardaki ölü, dışarıda kendisine ağlayan ailesinin ağlaması
sebebiyle azab
görür.” Hz. Ömer’in vefatından sonra bu hadisi duyduğu
zaman Hz. Âişe
(r.anhâ) şöyle demiştir: “Allah Ömer’e rahmet etsin. Vallahi
Resûlüllâh
‘Mümin bir kişi ailesinin kendisine ağlaması sebebiyle azab
görür’
buyurmadı; bilakis ‘Allah ailesinin ağlaması sebebiyle kâfirin azabını
arttırır’
buyurdu. Kur’ân size yeter. ‘Hiçbir günahkâr başkasının günah
yükünü
yüklenmez’ (En’am 6/164).” (Buhârî, Cenaiz, 33; Müslim, Cenaiz,
22, 23).
Başka bir
rivâyete göre de Hz. Âişe yukarıdaki hadisin söyleniş sebebini
(sebeb-i vürud)
şöyle izah etmiştir: Hz. Peygamber’in yanından bir yahudinin
cenazesi
geçiyordu. Ailesi de ona ağlıyordu. Hz. Peygamber onlara hitaben
“Siz
ağlıyorsunuz, o ise azab çekiyor” buyurdu (Müslim, Cenaiz, 25). Diğer
rivâyette ise
Hz. Peygamber bir yahudi kadının cenazesine rastlamıştı, ailesi
ona ağlıyordu.
Bunun üzerine “Şunlar ona ağlıyorlar, o ise kabrinde azab
çekiyor”
buyurdu (Buhârî, Cenaiz, 33, Müslim, Cenaiz, 27). Hâkim’in
Müstedrek’inde
ise Hz. Âişe’nin bu sözünden sonra “Allah kimseye gücünün
üstünde yük
yüklemez” (Bakara, 2/286) ayetini okuduğu kaydedilir (II, 215).
Burada da açık
bir şekilde Hz. Âişe söz konusu hadisin yanlış anlaşıldığını,
Kur’ân’la
karşılaştırıldığında da bunun böyle olmayacağını ifade
etmiştir. Nitekim
aynı hadisi babası gibi nakleden İbn Ömer’e de “Allah Ebû
Abdirrahman’ı
(İbn Ömer’in künyesi) bağışlasın. Bir şey işitmiş, tam
ezberleyememiş/o
yalan söylüyor değil, fakat unutmuş veya hata etmiş..”
demiştir
(Müslim, Cenaiz, 25, 27). Şu halde ölünün azab çekmesinin sebebi
dışarıda
kendisine ağlayanların ağlaması değil, ölünün kendi günah veya
hatasıdır.
Çünkü “kimse kimsenin yükünü çekmez”, “Allah kimseye gücünün
üstünde yük
yüklemez”. Bununla birlikte Allah, dilerse ağlamayı kâfirin
azabının
arttırılmasına vesile kılabilir. Çünkü güldüren de ağlatan da odur
(Müslim,
Cenaiz, 23, 26).
Kitap: Hz. Âişe’nin diğer
sahâbilerin naklettiği bazı hadislere yönelik tenkitleri
konusunda daha fazla
örnek için Zerkeşi’nin Türkçe’ye tercüme edilen Hz.
Âişe’nin Sahâbeye
Yönelttiği Eleştiriler adlı kitabını okuyunuz.
Hadislerin
Kur’ân’a arz edilerek tenkid ve değerlendirilmesi sonraki
dönemlerde de
sürdürülmüş, özellikle Hanefi mezhebi fakihleri tarafından
diğer alanlar
yanında hadis tenkid kriterlerinden biri olarak benimsenmiştir.
Sünnet
Hadis metninin
sünnet ve doğruluğu ispatlanmış diğer hadis rivâyetleriyle
karşılaştırılması
daha fazla başvurulan bir metin tenkid yöntemidir. Burada
muhteva
açısından problemli görülen bir hadis, sened itibariyle sahih görünse
bile diğer
sağlam rivâyetlerle karşılaştırılarak tenkide tabi tutulur. Aykırı
olması halinde
reddedilir. Burada da yukarıda işaret edilen, hadisler arasında
tevil
edilebilme imkânı, nasih-mensuh ilişkisinin mevcudiyeti gibi hususların
dikkate
alınması gerekir.
Bu bölüme örnek
olarak yine Hz. Âişe’den bir tenkid kaydedilebilir: Ebû
Hüreyre Hz.
Peygamber’den “Kadın, eşek ve köpek namazı bozar…”
şeklinde bir
hadis nakleder. Bunu duyan Hz. Âişe “Bizi eşeklere ve köpeklere
benzettiniz!
Vallahi ben Resûlüllâh’ın önünde yatarken onun namaz kıldığını
gördüm..”
diyerek rivâyeti kendi sünnet bilgisiyle karşılaştırıp tenkid etmiştir
(Buhârî, Salat
105; Müslim, Salat 270).
Diğer bir
örnekte İbn Abbas “Zina çocuğu üçün en şerlisidir” (Hakim,
Müstedrek, II,
214) hadisini “Eğer o üçün en şerlisi olsaydı, recm
uygulanması
için annesinin onu doğurmasına kadar beklenmezdi” diyerek bu
konuda sabit
olan hadise aykırılık sebebiyle bu hadisi tenkid etmiştir.
Hadisin
sünnete/sahih ve sabit diğer hadislere arz edilerek değerlendirilmesi
yöntemine daha
çok hadisçiler başvurmuştur. Hadisçiler rivâyetler
arasındaki bu
tür farklılıkları, sened veya metinde görülen aykırılıkları
(şuzûz) tespit
edebilmek için aynı hadisin bütün tarîklerini toplama yoluna
gitmişlerdir.
Bu onlara rivâyetler arasında mukayese yapma ve en doğru
metni tespit
etme imkânı vermiştir. Hadisçilerin bu çalışmasına turuk çalışması
denmektedir. Bu
konuda bir hadisin sahih bulduğu bütün tarîklerini aynı
yerde vermeye
özen gösteren Müslim’in el-Camiu’s-sahih’i hadis kitapları
arasında özel
bir yere sahiptir.
Sıra Sizde 2: Müslim’in
el-Camiu’s-sahih adlı eserinden bir hadis seçerek sened ve metin
farklılıklarını nasıl
kaydettiğini inceleyiniz.
Akl-ı
Selîm
Hz.
Peygamber’den sadır olmuş bir hadis, temelde sağlam, önyargısız ve
objektif
işleyen bir akla aykırı değildir. Çünkü sonuçta vahyin ve o vahyi
getiren
Peygamber’in sünnetinin kaynağı Allah olduğu gibi aklın yaratıcısı da
Allah’tır. Hz.
Peygamber’inselîm bir akla aykırı bir söz söylemesi veya
yapması
düşünülemez. Ondan nakledilen bir hadiste akla aykırı bir durum
görülüyorsa o
hadisin doğru olmadığına hükmedilir. Ancak burada mukayese
edilen aklın
‘selîm’ olması yani çeşitli önyargı, heva ve heveslerden arınmış,
objektif bir
akıl olması gerekir. Aksi takdirde günümüzde sıklıkla karşılaşıldığı
gibi kendi heva
ve arzusuna, şahsi görüş ve düşüncelerine uymayan her
hadisi akla
aykırı olduğu gerekçesiyle reddetme durumuna düşülür.
Diğer taraftan
aklın sınırlarını aşan ve akılla izahı mümkün olmayan pek
çok konu da
ayetlerde olduğu gibi hadislerde de geçebilmektedir. Dolayısıyla
akla aykırı
olma ölçüsünde ihtiyatlı davranmak, hadisin akla aykırı olduğu
gerekçesiyle
reddinde acele etmemek gerekir. Bu sebeple birçok âlim akla
aykırılık
konusunda hadisin reddi için “tevil kabul etmeyecek şekilde akla
aykırılık
bulunması” kaydını getirmişlerdir. Şu halde akl-ıselîme aykırı
görünen bir
hadisin önce tevil edilebilme imkânı araştırılır, tevil imkânı
olmazsa o
takdirde reddi yoluna gidilir.
Akla aykırılık
gerekçesiyle reddedilen hadise örnek olarak “Allah kendini
atın terinden
yarattı” şeklindeki uydurma rivâyet verilebilir. Birçok hadisçi
böyle bir
rivâyetin hadis olamayacağını, bütün râvileri sika bile olsa hem
akıl, hem de
dinin temel prensipleri açısından kabul edilemeyeceğini
söylemişlerdir.
Kitap: Hadisin akla aykırılık
prensibiyle tenkidi konusunda Yavuz Ünal’ın Hadisleri
Tespitte Yöntem Sorunu
(Akla Uygunluk-Akla Aykırılık) kitabını okuyunuz.
Diğer taraftan
tevil edilmesi mümkün olduğu halde sahâbe tarafından
makul olmadığı
gerekçesiyle tenkid edilen bazı hadisler de bulunmaktadır.
Ebû Hüreyre’nin
Hz. Peygamber’den naklettiği “Ateşin değdiği bir şey
yemekten dolayı
abdest almak gerekir” hadisini duyunca İbn Abbas “Ey Ebû
Hüreyre! Yağ ve
sıcak sudan dolayı da abdest alacak mıyız?” diyerek akli
açıdan hadisi
tenkid etmiştir. Yine Ebû Hüreyre cenaze yıkayanın gusül,
cenaze
taşıyanın abdest alması gerektiğini naklettiğinde Hz. Âişe
“Müslümanların
ölüleri necis mi, kişi kuru bir ağacı taşısa ne gerekir?”
demiş, İbn
Abbas da “kuru ağaç taşımaktan dolayı abdest almamız
gerekmez”
diyerek makul gerekçelerle hadisi tenkid etmişlerdir.
İlmî
ve Tecrübî Veriler
Bir hadis
metninin muhteva açısından karşılaştırılıp değerlendirildiği
alanlardan biri
de kesinleşmiş ilmi ve tecrübî verilerdir. Bilimsel ve deneysel
olarak
ispatlanmış kesin bilgilere aykırı görülen bir hadis metninin sahih
olmadığına
hükmedilir. Çünkü vahiyle desteklenmiş ve vahyin kontrolünde
yaşamış Hz.
Peygamber’in doğru olmayan bilgiler beyan etmesi düşünülemez.
Nitekim “balık
yemek vücudu zayıflatır” şeklindeki bir rivâyet balığın
faydaları
konusundaki bilimsel ve deneysel bilgilere uygun olmadığı için
reddedilmiştir.
Aynı şekilde “patlıcan her derde devadır” şeklindeki rivâyet
de patlıcanın
her derde deva olmadığı yönündeki tecrübelerle reddolunmuş
uydurma bir
rivâyettir.
Diğer taraftan
yukarıdaki ölçülerde olduğu gibi bilimsel verilere aykırı
hadisin reddi
konusunda acele etmemek ve ihtiyatı elden bırakmamak bu
konuda da
esastır. Aksi takdirde henüz bilimsel olarak ispatlanmamış hipotez
veya teorileri
bilimsel hakikatler olarak görüp sahih bilinen hadisleri reddetmek
durumuna
düşülmüş olur. Kimi zaman bilimsel gerçek olarak bilinen
hususların
doğru olmadığı veya aksinin doğru çıktığı, günümüzde zaman
zaman görülen
olaylardandır. Hadisleri bu ölçüye göre değerlendirirken
pozitivist
bilim anlayışının etkilerini göz önünde bulundurmak gerekir.
Sıra Sizde 3: Hadisin müspet ilimlerin
verileriyle karşılaştırılıp değerlendirilmesi konusunda Enbiya Yıldırım’ın
Hadiste Metin Tenkidi kitabının Müspet İlimlere Arz
bölümünü okuyup üzerinde
düşününüz. Okuduklarınızdan hareketle bilimsel
verilere aykırılık
gerekçesiyle tenkid edilen hadislere başka örnekler bularak
değerlendirmeye
çalışınız.
Tarihî
ve İçtimaî Bilgiler
Hadislerin
muhteva açısından incelenip değerlendirildiği diğer bir alan tarihi
ve içtimai
bilgilerdir. Geçmişte ve günümüzde sahih kabul edilmiş bazı
rivâyetler de
dâhil olmak üzere bazı hadisler bu açılardan değerlendirilip
tenkid
edilmiştir. Bir hadis metninde yeralan bir bilginin kesin olan tarihi
bilgilerle
uyuşmaması, metnin uydurma veya hatalı oluşunun alametlerinden
sayılır.
Bu bölüme örnek
olarak Hz. Peygamber’in hamamda banyo yaptığını
ifade eden
rivâyetler gösterilebilir. Hâlbuki tarihi bilgilerle sabittir ki Hz.
Peygamber’in
yaşadığı dönem ve coğrafyada bir yapı olarak hamam mevcut
değildir.
Dolayısıyla bu tür rivâyetler sahih kabul edilmemiştir. Bir diğer
örnekte Hz.
Peygamber’in Mekke fethinde annesinin kabrinin başında
ağladığı
yönündeki bir rivâyet de tenkid edilmiştir. Çünkü söz konusu kabir
Medine
yakınındaki Ebva’dadır.
Hadislerin
tarihi bilgilerle karşılaştırılıp tenkid edilmesi hadisçilerin hem
sened, hem de
metin tenkidinde sıkça başvurdukları yöntemlerdendir. Hadis
metinlerinin
muhteva açısından mukayese edilip tenkide tabi tutulduğu daha
farklı alanlar
da mevcuttur. Daha ziyade fıkıhçıların uyguladıkları bu
yöntemlerin
tetkikini ilgili kitaplara bırakıyoruz.
Dil
ve Üslup
Hadis metinleri
Arap dili kaidelerine uygunluk açısından incelenerek tenkide
tabi tutulur.
Arapça’nın temel dil ilimleri olan sarf ve nahiv kaidelerine
uymayan, teknik
tabiriyle rekâket (lafız ve mana bozukluğu) taşıyan ifadeler
Hz. Peygamber’e
ait kabul edilmez. Hz. Peygamber çocukluğundan itibaren
fasih bir
Arapça ile yetişmiştir. Dolayısıyla bu tür dil hatalarının ona nispeti
doğru değildir.
Bu tür hatalar muhtemelen hadislerin mana ile rivâyeti
esnasında
râviler tarafından yapılmıştır. Yapılan hatanın çeşidine veya
hatanın
büyüklüğü ya da küçüklüğüne göre hadis muhtelif isimler alarak
değerlendirilir.
Diğer taraftan
hadis metni üslup açısından da incelenir. Mana itibariyle
Peygamber’in
(s.a.v.) şanına yakışmayacak ifadeler, az bir ibadete aşırı sevap
vaadeden, az
bir günaha aşırı ceza bildiren rivâyetler onun mutedil tavrına
aykırı kabul
edilerek tenkid konusu yapılmıştır. Yine basit, alaya alınacak
hafif ifadeler,
ifrat ve tefrite varan mübalağalı hükümler, fıtrata aykırı
talepler,
şehvete teşvik unsuru taşıyan sözler vb. muhtevadaki hadisler de
nebevî üsluba
uymadığı için reddedilmiştir.
Nebevî üsluba
uymadığı için reddedilen rivâyetlere pek çok örnek
verilebilir.
“Horoza sövmeyin, çünkü o benim arkadaşımdır..”, “Üç şeye
bakmak göze
kuvvet verir, yeşile, akan suya, güzel yüze bakmak.”, “Kim la
ilahe illallah
derse, Allah onun için yetmiş bin dilli bir kuş yaratır. Her dil
yetmiş bin
lisanla Allah’tan onun için mağfiret diler..” şeklindeki rivayetler
bunlardandır.
Bu
rivâyetlerden birincisi basit ve peygamberlik şanına yakışmayacak
hafiflikte bir
ifade olduğu, ikincisi harama bakmayı ve şehveti teşvik eden bir
ifade taşıdığı,
üçüncüsü küçük bir amel için aşırı bir mükafat vaat ettiği için
tenkit edilip
mevzû (uydurma) sayılmıştır.
Sıra Sizde 4: “Haram aylarda perşembe,
cuma ve cumartesi oruç tutana Allah
dokuzyüzyıllık ibadet
yazar”, Kim hadis nakleder ve yanında aksırılırsa o hadis
haktır” ve “Cebrail
cennetten keşkek getirdi. Onu yiyince bana cima için kırk
erkek gücü verildi”
şeklindeki üç rivâyetin hangi sebeplerle mevzu sayıldığını
tahmin etmeye çalışınız.
Metin
Tenkidinin Sonuçları
Muhteva ve dil
ve üslup açısından değerlendirilerek metin tenkidine tabi
tutulan
hadisler sonuçta tevil edilemeyecek kadar açık bir şekilde Kur’ân’a,
sünnete,
akl-ıselîme, kesin ilmi verilere, tarihi bilgilere aykırı, dil ve üslub
açısından
problemli görülüyorsa o hadisin en azından sahih ve sabit olmadığına
hükmedilebilir.
Ancak verilecek değer hükmü hadiste bulunan aykırılığın
derecesine göre
mevzu (uydurma) olmaktan hafif seviyede zayıf olmaya
kadar farklı
kategorilerde bulunabilir. Meselâ hadisin metninde yeralan bir
tarih hatası
muhtemelen râviden kaynaklanmış olup bu o hadisin uydurma
olmasını değil,
belki râvinin zapt kusurundan dolayı zayıf olmasını gerektirir.
Hatta Hz.
Ömer’in Kur’ân’a aykırı olduğu gerekçesiyle kabul etmediği
Fatıma bint
Kays rivâyetinde olduğu gibi temel hadis kaynaklarında bulunan
ve uygun bir
yorumu yapılabilen sahih bir rivâyet olması da mümkündür.
Bazen de
patlıcanın faziletiyle ilgili hadiste olduğu gibi mevzuluğu açık bir
şekilde
görülebilir. Dolayısıyla bir hadisin sahih olup olmadığına karar
vermek için
sadece metnine bakmak her zaman yeterli olmamaktadır.
Dikkat: Metin tenkidi karakteri
itibariyle bünyesinde bazı izâfîlikler/sübjektif
değerlendirmeler de
taşımaktadır. Dahası günümüzdeki bazı metin tenkidi
faaliyetlerinde yüzeysel ve
keyfi uygulamalar görülmektedir. Oysa metin
tenkidi son derece
dikkatli uygulanması gereken bir yöntemdir. Yüzeysel ve
sübjektif
değerlendirmelerle ya da aceleci bir tavırla etraflıca araştırmadan
bazı sahih hadislerin
reddi durumuna düşülebilir. Bu sebeple hadis tenkidinde
isnad göz ardı edilmeden
metinler geniş bir bakış açısıyla değerlendirilmelidir.
Geçmişte hadis
âlimleri hadislerin senedine bakılmadan doğrudan
metninin
dikkate alınarak incelenmesini genellikle tasvip etmemişler, bu
konuda önceliği
sened tetkik ve tenkidine vermişlerdir. Sened açısından
problemli
bulunan hadislerin metnindeki kusurları zikretmeye gerek
duyulmamıştır.
Bununla birlikte senedi ve metniyle bir bakışta hadisin sahih
olup olmadığı
konusunda bir kanaat belirten hadis ilminde geniş ve derin bir
bilgi ve
birikime sahip hadis uzmanı âlimlerin mevcudiyeti de bir gerçektir.
Bu tür hadis
âlimlerine bir benzetmeyle “hadis sarrafı” denmektedir. Bu
âlimler uzun
süre hadis ilmiyle ve Hz. Peygamber’in hayat ve sünnetiyle
yoğun bir şekilde
meşgul oldukları için bu özellik onlarda bir meleke
meydana
getirmekte ve bu meleke sayesinde hadisin peygambere ait olup
olmadığını,
sarrafın bir bakışta hakiki ve sahte altını ayırt etmesi gibi ayırıp
söyleyebilmektedirler.
Nitekim ünlü muhaddislerden Abdurrahman b. Mehdi
bir hadisi
reddetmiş, bunun hadis olmadığını nasıl bildiği sorulduğunda şöyle
cevap
vermiştir: “Sen de benim gibi yirmi yıl bu işi yap, benim öğrendiğimi
öğrenirsin”. Bu
sebeple senedine bakmadan doğrudan bir hadisin sahih olup
olmadığına
karar verebilmek, başka bir ifadeyle hadisi metin tenkidine tabi
tututabilmek
için Peygamber’in sünnetiyle içli dışlı olmak, uzun süre
hadisiyle
meşgul olmak, onun hayatını çok iyi kavrayıp özümsemiş olmak,
üslup ve
tavrını, davranış biçimlerini çok iyi bilmek gibi şartlar getirilmiştir.
Kitap: Hadiste metin tenkidi
konusunda ayrıntılı bilgi için Enbiya Yıldırım’ın Hadiste
Metin Tenkidi adlı
kitabını inceleyiniz.
Sonuç
itibariyle hadiste metin tenkidi yapılırken samimiyet, i‘tidal, geniş
hadis kültürü,
metnin iyi kavranması, hadisin bütün tarîklerinin toplanması,
hadisin edebi
özelliklerinin tespiti, müteşâbih-müşkil (anlaşılması zor)
hadislerden
olup olmadığının tespiti, te’vil imkânlarının araştırılması, metnin
derinlemesine
tahlil edilmesi gibi noktalara dikkat edilmesi bu yöntemin
uygulanması
esnasında göz önünde bulundurulması gereken hususlardandır.
ÖRNEK UYGULAMA:
BİR HADİSİN SENED VE METİN AÇISINDAN TAHLİLİ
Burada senedi
ve metniyle bir bütün hâlinde hadisin tetkik ve tenkide tabi
tutulup değerlendirilmesi
bir örnek hadis üzerinden anlatılacaktır. İnceleme
konusu hadisin
önce kaynaklarda yeralan muhtelif lafızları tespit edilecek,
ardından sened
ve muhteva değerlendirmesi yapılacaktır.
Hadisin
Kaynaklarda Yeralan Lafızları
وَحَدَّثَنِى مَالِكٌ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ حمَْزَةَ وَسَالٍِم ابْنَىْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ –صلى الله عليه وسلم قَالَ الشُّؤْمُ فِى الدَّارِ وَالْمَرْأَةِ وَالْفَرَسِ
(Yahyâ b. Yahyâ
dedi ki), Mâlik bana tahdis etti, onun İbn Şihâb’dan,
onun Abdullah
b. Ömer’in iki oğlu Hamza ve Sâlim’den, onların da
babaları
Abdullah b. Ömer’den rivâyet ettiklerine göre Resûlüllâh (s.a.v.)
şöyle buyurdu:
“Uğursuzluk üç şeydedir: Evde, kadında, atta” (Mâlik,
İsti’zân, 22,
hadis no: 1787)
Hadis bu ve
buna çok yakın lafızlarla Mâlik’in Muvatta’ı dışında
kronolojik
olarak Abdürrezzak’ın Musannef’inde (X, 411), Ahmed b.
Hanbel’in Müsned’inde (II, 8,
36, 115, 126, 153), Buhârî’nin Sahîh’inde
(Nikâh 17,
hadis no: 5094; Cihad, 47, hadis no: 2858; Tıb, 43, hadis no: 5753
ve Tıb 54,
hadis no: 5772), Müslim’in, Sahîh’inde (Selam, 115, 116, hadis
no: 5937 ve
5938), Ebû Dâvûd’un Sünen’inde (Tıb, 24, hadis no: 3924),
Tirmizî’nin
Sünen’inde (Edeb, 58, hadis no: 3058), İbn Mâce’nin Sünen’inde
(Nikâh, 55,
hadis no: 2071, 2072), Nesai’nin Sünen’inde (Hayl, 5, hadis no:
3584) ve daha
sonraki kaynaklarda yer almıştır.
Rivayetlerin
bazıları “Sirâyet etme yoktur, uğursuzluk da yoktur,
uğursuzluk şu
üç şeydedir” şeklinde, bazıları da “Uğursuzluk ancak şu üç
şeydedir”
ifadeleriyle nakledilmiştir. Hadisin râvileri İbn Şihâb ez-Zührî’den
sonra
farklılaşsa da hepsinin ortak senedi İbn Şihâb-Sâlim/Hamza b. Abdillah
b.
Ömer-Abdullah b. Ömer şeklindedir.
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ مِنْهَالٍ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ زُرَيْعٍ، حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ مُحَمَّدٍ الْعَسْقَلاَنِىُّ عَنْ أَبِيهِ عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ: ذكَرُوا الشُّؤْمَ عِنْدَ النَّبِىِّ -صلى الله عليه وسلم- فَقَالَ النَّبِىُّ -صلى الله عليه وسلم إِنْ كَانَ الشُّؤْمُ فِى شَىْءٍ فَفِى الدَّارِ وَالْمَرْأَةِ وَالْفَرَسِ
(Buhârî dedi ki,) bize Muhammed b. Minhâl tahdis etti, (o dedi
ki) bize
Yezîd b. Zurey
tahdis etti, (o dedi ki) bize Ömer b. Muhammed el-
Askalânî tahdis
etti onun babasından (Muhammed el-Askalânî), onun da
(dedesi) İbn
Ömer’den rivâyet ettiğine göre o şöyle söylemiştir:
Resûlüllâh’ın
yanında uğursuzluktan bahsettiler. Bunun üzerine
Resûlüllâh
(s.a.v.) şöyle buyurdu: “Eğer bir şeyde uğursuzluk olsaydı,
evde, kadında
ve atta olurdu” (Buhârî, Nikâh, 17, hadis no: 5094). Aynı
hadisi farklı
senedlerle hemen hemen aynı lafızlarla Müslim de İbn
Ömer’den
rivâyet etmiştir. tarîklerin birinde yukarıda birinci hadisi
nakleden oğlu
Hamza da bulunmaktadır (Müslim, Selâm, 117, 118, hadis
no: 5937,
5938). Şu halde bu lafızla hadisi İbn Ömer’den oğlu Hamza ile
torunu (diğer
oğlu Zeyd’in oğlu Muhammed) nakletmişlerdir.
Yukarıda
kendisinden uğursuzluğun üç şeyde olduğu nakledilen İbn
Ömer’in burada
hadisi Hz. Peygamber’den tam tersi manayı verecek bir
ifadeyle
naklettiği görülmektedir. Bu durumda uğursuzluk diye bir şey
yoktur, olsa bu
üç şeyde olurdu. İbn Ömer’in bu rivâyetini aynı veya çok
yakın
lafızlarla teyid eden başka sahâbilerden gelen hadisler de vardır. Sehl
b. Sa‘d
es-Sa‘idî, Sa‘d b. Mâlik diğer adıyla Sa‘d b. Ebî Vakkâs ve Câbir b.
Abdullah
bunlardandır. Bunların rivâyetleri de kaynaklarda yeralmıştır
(Mâlik,
İsti’zân, 21, hadis no: 1786; Ahmed I, 174, 180, V, 335, 338; Buhârî,
Cihad, 47,
hadis no: 2858; Nikâh, 17, hadis no: 5094; Müslim, Selam, 119,
120, hadis no:
5942 ve 5943; Ebû Dâvûd, Tıb, 24; İbn Mâce, Nikah, 55, hadis
n: 2071; Nesai,
Hayl, 5, hadis no: 3584).
حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ حَدَّثَنَا إِسمَْعِيلُ بْنُ عَيَّاشٍ حَدَّثَنِي سُلَيْمَانُ بْنُ سُلَيْمٍ الْكَلْبِيُّ عَنْ يَحْيَى بْنِ جَابِرٍ عَنْ حَكِيمِ بْنِ مُعَاوِيَةَ عَنْ عَمِّهِ مِخْمَرِ بْنِ مُعَاوِيَةَ قَالَ سمَِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لَا شُؤْمَ وَقَدْ يَكُونُ الْيُمْنُ في ثَلَاثَةٍ فِي الْمَرْأَةِ وَالْفَرَسِ وَالدَّارِ
(İbn Mâce dedi
ki,) bize Hişâm b. Ammâr tahdis etti, (o dedi ki) bize
İsmâil b. Ayyâş
tahdis etti, (o dedi ki) bana Süleyman b. Süleym el-Kelbî
tahdis etti,
onun Yahyâ b. Câbir’den, onun Hâkim b. Muâviye’den, onun
da amcası
Mihmer b. Muâviye’den naklettiğine göre o şöyle söyledi: Ben
Resûlüllâh’ın
şöyle söylediğini duydum: “Uğursuzluk diye bir şey yoktur.
Uğurluluk ise
şu üç şeyde olabilir: Kadında, atta ve evde” (İbn Mâce,
Nikâh, 55,
hadis no: hadis no: 2071).
Aynı hadisi
hemen hemen aynı isnad ve aynı lafızlarla Tirmizî de
nakletmiştir
(Tirmizî, Edeb, 58, hadis no: 3058). Sa‘d b. Ebî Vakkâs’tan
nakledilen
diğer bir hadis ise hem bu rivâyeti teyit etmekte, hem de manasını
açıklamaktadır.
Buna göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Saliha bir
kadın, iyi bir
mesken ve uysal bir binek kişinin saadetindendir. Kötü bir
kadın, kötü bir
mesken ve kötü bir binek de kişinin mutsuzluğunun
sebeplerindendir”
(Ahmed, I, 168). Bu rivâyet de birinci hadisteki mananın
tam tersini
vermekte, ikinci rivâyeti de desteklemektedir.
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ، حَدَّثَنِى أَبِى، حَدَّثَنَا رَوْحٌ، حَدَّثَنَا سَعِيدٌ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَبِى حَسَّانَ الأَعْرَجِ أَنَّ رَجُلَيْنِ دَخَلاَ عَلَى عَائِشَةَ فَقَالاَ: إِنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ يُحَدِّثُ أَنَّ نَبِىَّ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- كَانَ يَقُولُ إِنَّمَا الطِّيَرَةُ فِى الْمَرْأَةِ وَالدَّابَّةِ والدّارِ قَالَ فَطَارَتْ شِقَّةٌ مِنْهَا فِى السَّمَاءِ وَشِقَّةٌ فِى الأَرْضِ فَقَالَتْ وَالَّذِى أَنْزَلَ الْقُرْآنَ عَلَى أَبِى الْقَاسِمِ ما هَكَذَا كَانَ يَقُولُ: وَلَكِنَّ نَبِىَّ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- كَانَ يَقُولُ كَانَ أَهْلُ الجَْاهِلِيَّةِ يَقُولُونَ: الطِّيَرَةُ فِى الْمَرْأَةِ وَالدَّارِ وَالدَّابَّةِ ثمَُّ قَرَأَتْ عَائِشَة (مَا أَصَابَ مِنْ مُصِيبَةٍ فِى الأَرْضِ وَلاَ فِى أَنْفُسِكُمْ إِلاَّ فِى كِتَابٍ) إِلَى آخِرِ الآيَةِ.
(Râvi dedi ki)
bize Abdullah (b. Ahmed b. Hanbel) tahdis etti, o dedi ki
bana babam
(Ahmed b. Hanbel) tahdis etti, o dedi ki bize Ravh tahdis etti,
o dedi ki bize
Sa‘îd tahdis etti, onun Katâde’den, onun da Ebû Hassan el-
A‘rec’den
rivâyet ettiğine göre iki kişi Hz. Âişe’nin huzuruna girmişlerdi.
Dediler ki: Ebû
Hüreyre Allah’ın Peygamberi’nin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu
naklediyor:
“Uğursuzluk ancak kadında, binekte ve evdedir”. râvi
diyor ki bunu
duyar duymaz Hz. Âişe’nin kızgınlıktan adeta bir yanı
göğe, öbür yanı
yere uçtu. Ardından dedi ki: Ebû’l-Kâsım’a Kur’ân’ı
indirene
andolsun ki o böyle söylemiyordu. Bilâkis Allah’ın Nebîsi şöyle
diyordu:
“Cahiliye ehli, uğursuzluk kadında, evde ve binekte olur derlerdi”.
Sonra Hz. Âişe
şu ayet-i Kerîmeyi okudu “Yeryüzünde ve nefislerinizde
size isabet
eden ne varsa hepsi biz onu yaratmadan önce bir kitabda
mevcuttur.
Şüphesiz bu Allah için kolaydır” (Hadîd 57/22). (Ahmed, VI,
246, ayrıca VI,
150). Müsned’de yeralan diğer rivâyette bu iki şahsın
Beni Amir’den
olduğu belirtilir (VI, 240).
Diğer müsned
musannifi Ebû Dâvûd et-Tayâlisî’de ise aynı rivâyet
Muhammed b.
Raşid-Mekhul tarîkiyle şu şekilde kaydedilmiştir: Hz.
Âişe’ye, Ebû
Hüreyre Resûlüllâh (s.a.v.) şöyle buyurdu diyor: “Uğursuzluk
üç şeydedir:
Evde, kadında, atta” diye söylenince o şöyle cevap verdi: Ebû
Hüreyre tam
ezberleyememiş, çünkü tam Resûlüllâh “Allah Yahudileri
kahretsin,
onlar uğursuzluk üç şeydedir: Evde, kadında, atta, derler” derken
içeri girmiş,
hadisin son kısmını duymuş, baş tarafını duymamış (Tayâlisî,
Müsned, I,
215).
Sened ve
Metin Açısından Hadisin Tahlîli
Sened
Birinci hadisin
senedi; Zührî-Sâlim/Hamza b. Abdullah b. Ömer–Abdullah b.
Ömer
şeklindedir. Zührî’den sonra hadis başta Mâlik olmak üzere muhtelif
öğrencileri
vasıtasıyla kaynaklara geçmiştir. Râvilerin hepsi de birbirleriyle
görüştükleri
bilinen tanınmış sika râvilerdir. Senedde kullanılan “ ,”حدثنا
عن“ ,”أخبرنا“
” gibi eda sîgaları da râvilerin birbirleriyle görüştüklerini
göstermektedir.
Dolayısıyla sened itibariyle hadis sahih bir hadistir.
İkinci hadisin
senedi; Muhammed b. Minhal–Yezid b. Zurey‘–Ömer b.
Muhammed (b.
Zeyd b. Abdullah b. Ömer) el-Askalânî–babası Muhammed
el-Asakalânî–İbn
Ömer şeklindedir.
Buradaki
râviler de sika olup birbirleriyle hoca talebe ilişkisi içindedirler.
râvilerin
kullandığı eda sıygaları da bunu göstermektedir. Ayrıca yukarıdaki
hadis gibi bu
hadisin de Buhârî’de yeralması da lika şartından dolayı râvilerin
birbirleriyle
görüşmüş olmaları konusunda güvence vermektedir. Dolayısıyla
hadis sened
itibariyle sahihtir. Hadisin diğer sahâbilerden gelen tarîklerinde
de güvenilirlik
ve ittisal açısından bir problem bulunmamaktadır.
Üçüncü hadisin
senedi; Hişâm b. Ammâr–İsmâil b. Ayyâş–Süleymân b.
Süleym
el-Kelbî–Yahyâ b. Câbir–Hêkim b. Muâviye-Mihmer b. Muâviye
şeklindedir.
Yapılan incelemelerde bu rivâyetin de isnadı sahih ve râvileri
sika
bulunmuştur. Kullanılan eda sîgaları râvilerin birbirleriyle görüştüklerini
ispat
etmektedir.
Dördüncü
hadisin senedi; Abdullah b. Ahmed b. Hanbel-Ahmed b.
Hanbel-Ravh-Sa‘îd-Ebû
Hassan el-A’rec-Âişe şeklindedir. Bu rivâyetin
râvileri de
güvenilir râvilerinden olup hadis sened açısından sahih
bulunmuştur.
Kullanılan eda sıygaları da râvilerin birbirleriyle irtibatını
göstermektedir.
Metin
Yukarıda birer
senedi verilen hadislerin hepsinin muhtelif tarîkleri itibariyle
sahih veya hasen
seviyesinde makbul hadisler oldukları anlaşılmaktadır.
Ancak muhteva
açısından birinci hadis diğerleriyle çelişir görünmektedir. Bu
durumda hadisin
metninin muhteva açısından değerlendirilip metin tenkidine
tabi tutulması
gerekir. Burada yapılması gereken hadisin farklı tarîklerinin bir
araya getirilip
karşılaştırılarak doğru anlamın tespit edilmesi ve tevil imkânı
bulunup
bulunmadığının araştırılmasıdır.
Birinci sırada
metni verilen ve üç şeyde uğursuzluk bulunduğunu ifade
eden hadisin
aynı sahâbiden gelen farklı rivâyetleri ile aynı konuda farklı
sahâbilerden
nakledilen metinler karşılaştırıldığında görülmektedir ki sened
itibariyle
sahih olsa bile bu hadisin daha doğru metni “uğursuzluk olsaydı şu
üç şeyde
olurdu” mealindeki metindir. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Peygamber, bu
konuda cahiliye
ehlinin veya Yahudilerin batıl inançlarını sözkonusu ederek
bunların
yanlışlığını ortaya koymuş, İslâm’da uğursuz sayma gibi bir şey
olamayacağını
belirtmiştir. Ancak bu tespit nakledilirken eksik duyma veya
yanlış anlama
gibi sebeplerden dolayı “Uğursuzluk şu üç şeydedir…”
şeklinde
intikâl etmiştir (birinci hadis). Hadisi bu hâliyle nakleden İbn
Ömer’den, aynı
hadisin hem oğlu Hamza, hem de torunu Muhammed b. Zeyd
tarafından
“Uğursuzluk olsaydı şu üç şeyde olurdu...” şeklinde de rivâyet
edilmesi bunu
ispatlamaktadır (ikinci hadis). Hadisin daha doğru naklinin bu
ikinci rivâyet
olduğunu teyid eden diğer husus, Sa‘d b. Ebî Vakkâs, Sehl b.
Sa‘d ve Câbir
b. Abdillah’tan da hadisin aynı lafızlarla nakledilmiş olmasıdır.
Ayrıca Mihmer
b. Muâviye’den nakledilen rivâyet de (üçüncü hadis)
sözkonusu üç
şeyde uğursuzluğun değil, uğurluluğun bulunduğunu ortaya
koymak
suretiyle ikinci rivâyeti teyit etmektedir. Hz. Âişe hadisi ise net bir
şekilde
sözkonusu bâtıl inanışın câhiliye ehline veya Yahudilere ait bir inanış
olduğunu, Hz.
Peygamber’in bunu sadece onların sözü olarak naklettiğini
ispatlamaktadır
(dördüncü hadis).
Yapılan bu
karşılaştırmada birinci rivâyetin hangi ortam ve bağlamda
söylendiği,
nasıl ve ne şekilde anlaşılıp okunması gerektiği, hatanın nereden
kaynaklandığı
ortaya çıkmaktadır. Bize bu imkânı veren, hadisin farklı
rivâyet ve
tarîklerinin toplanıp incelenmesi ve rivâyetlerin mukayese edilmesidir.
Başka bir
ifadeyle hadisin hadise arzı yöntemidir. Ancak yukarıda da
işaret olunduğu
gibi bu, birinci rivâyetin reddini veya uydurma olmasını
gerektirmemiştir.
Sadece bize hadisin nasıl anlaşılması gerektiğini, hangi
anlamda bunun
söylendiğini anlama imkânı vermektedir. Nitekim Mâlik,
Buhârî, Müslim,
Tirmizî gibi muhaddisler iki hadis arasındaki çelişkinin
farkındadırlar
ve bu sebeple sahih olan bu rivâyetlerin ikisine de kitaplarında
peşpeşe yer
vermek suretiyle doğru anlama işaret etmişlerdir.
Sonuçta bu
rivâyet de sened açısından sahih olduğu için temel kaynaklarda
yer almış ve
birçok âlim de bunu zâhirî anlamı üzere kabul edip diğer
rivâyet ve
delillerle uygun bir biçimde yorumlamayı tercih etmiştir. En fazla
dile getirilen
yorum şudur: Kadının uğursuzluğundan maksat, onun doğurgan
olmaması veya
kötü ahlaklı olmasıdır. Atın uğursuzluğu, huysuz olması veya
onunla Allah
yolunda gazaya çıkılmamış olmasıdır. Evin uğursuzluğu da dar
olması veya
komşularının kötü olmasıdır. Nitekim yukarıda da işaret edilen
hadiste saliha
bir kadının, iyi bir evin ve uysal bir bineğin mutluluk; kötü bir
kadın, ev ve
bineğin de mutsuzluk kaynağı olduğu ifade edilmiştir.
Bazı âlimler
ise birinci rivâyeti zahiri üzere alıp yorumlamanın doğru
olmadığını,
hadisi Kur’ân ve diğer rivâyetler çerçevesinde anlayıp yorumlamanın
daha isabetli
olduğunu belirtmişlerdir. Buna göre öncelikle hadis Hz.
Âişe’nin
yaptığı gibi Kur’ân ayetlerinde belirtilen, her şeyin Allah’tan olduğu
ve kendi başına
bir uğursuzluk taşıma gibi bir özelliği bulunmadığı
prensibine
aykırıdır. İkinci olarak Hz. Peygamber’in “Uğursuzluk diye bir
şey yoktur..”,
“Uğursuz sayma şirktir” gibi kesin ve genel hükümlerine,
ayrıca Hz.
Peygamber’in kadınlar hakkındaki cahiliye anlayışlarını yıkmaya
yönelik genel
tavrına uymamaktadır. Üçüncü olarak zaten rivâyetin aslı
cahiliye
ehlinin veya Yahudilerin söz ve inanışlarının naklinden ve bunun
eleştirisinden
ibarettir. Hadisin râvisi sözün baş tarafını kaçırdığı için sadece
duyduğu kısmı
nakletmiş, bu da hadisin yanlış anlaşılmasına yol açmıştır.
Dolayısıyla
esasen hadisin doğru şekli ve hem Kur’ân ayetleriyle, hem
meşhur
sünnet/hadis verileriyle, hem de İslâm’ın temel ve genel prensip ve
yaklaşımlarıyla
uyumlu olan metni de budur. (Ayni, Umdetü’l-kâri, XI, 395-
397).
Sonuç olarak
hadis sened ve metin açısından değerlendirildiğinde sened
yönünden sahih,
muhteva yönünden diğer rivâyetlerle çelişik görünmektedir.
Bu durumda
hadisin, reddolunmasa bile Kur’ân ayetleri, Hz. Peygamber’in
sünneti, İslâm’ın
genel prensipleri ve diğer sahih hadisler ışığında yorumlanıp
anlaşılması
gerekmektedir. Buna göre İslâm’da uğursuzluk diye bir şey
yoktur.
Olsaydı, cahiliye halkının veya Yahudilerin dediği gibi bu üç şeyde,
kadında, atta
ve evde olurdu. Oysa böyle bir şey sözkonusu değildir. Bunlar
İslâm dışı
toplumların batıl inançlarından ve bunların nakledilip eleştirilmesinden
ibarettir.
Böyle bir şey sözkonusu olsa bile bunun anlamı, kişinin en
fazla mutluluk
veya bahtsızlığına sebep olan şeylerden olmaları yönündendir.
Yoksa bizatihi
uğursuz olmalarından değildir.
Sıra Sizde
Yanıt Anahtarı
Sıra Sizde 1
Temel hadis
kaynaklarının çoğu Türkçe’ye tercüme edilmiş olmakla birlikte,
bunların
hepsinde hadisin sened kısımları korunmamıştır. Hadisin senediyle
birlikte Arapça
aslını veren tercümelerden veya Arapça orijinal kaynaklarından
bir hadisin ele
alınıp râvilerinin incelenmesi mümkündür. Mesela
yukarıda
verilen “Kolaylaştırınız…” hadisinin râvileri hakkında İbn Sa‘d’ın
Tabakat’ından
İbn Hacer’in Tehzîb’ine kadar birçok ricâl ve tabakat
kitabında bilgi
bulunabilir. Ayrıca râvilerin biyografisine el-Mektebetü’şŞamile
adlı hadis
programından da ulaşılabilir.
Sıra Sizde 2
Meselâ bu
konuda “Ailesinin ağlaması sebebiyle ölü kabrinde azab çeker”
hadisinin sened
ve metin farklılıklarını, hadisin farklı sahâbilerden nasıl
nakledildiğini
ve Hz. Âişe’nin rivâyeti tashih etmesini bir arada toplu olarak
görebilirsiniz.
Müslim bu rivâyetleri Sahih’inin Cenaiz bölümü 16–28.
hadisler
arasında bir araya getirmiştir.
Sıra Sizde 3
Enbiya Yıldırım
Hadiste
Metin Tenkidi adlı kitabının “Müspet İlimlere Arz
Etmek”
bölümünde Hz. Peygamber’in tıbbi konulardaki hadislerinin modern
tıb ile
karşılaştırılması meselesini tartışmaktadır. Burada tartışma konusu olan
hadislerden
biri de sinek hadisidir. Hadiste “Sizden birinin kabına sinek
düştüğünde onu
tamamen kaba daldırıp öyle atsın. Çünkü onun bir kanadında
şifa, diğerinde
hastalık vardır” buyurulmuştur. Bir kısım yazarlar bu hadisi
hem dini, hem
ilmi açıdan tenkid ederken, diğer bazıları da doğruluğunu savunmuştur.
Burada kaba
düşen sineği daldırma emrinin bağlayıcı olmadığını,
bunun tavsiye
mahiyetinde olduğunu da belirtmek gerekir. Önemli olan bu
tür rivâyetleri
reddetmekte acele etmemek, çeşitli açılardan tetkik imkânlarını
araştırmaktır.
Sıra Sizde 4
Birinci
rivâyet, az bir amele aşırı mükâfat vaat ettiği için uydurma sayılmıştır.
İkinci rivâyet,
peygamberlik şanına yakışmayan bir ifade olduğu için
mevzu
sayılmıştır.
Üçüncü rivâyet,
şehveti teşvik eden bir ifade taşıdığı için uydurma kabul
edilmiştir.
Yararlanılan
Kaynaklar
Aydınlı, A.
(2009), Hadis
Tespit Yِntemi, İstanbul.
Aynî, Bedruddin
(1972), Umdetü’l-kârî
şerhu
Sahîhi’l-Buhârî,
Mısır.
A‘zamî, M. M.
(1982), Menhecu’n-nakd
inde’l-muhaddisîn, Riyad.
Çakan, İ. L.
(1993), Hadis
Usulü,
İstanbul.
Dümeynî, M. G.
(1997), Hadiste
Metin Tenkidi Metodları, İstanbul.
İbn Hacer,
Ahmed b. Ali, Fethu’l-Bârî
bi şerhi
Sahîhi’l-Buhârî,
Beyrut, ts.
Karacabey, S.
(2001), Hadis
Tenkidi,
İstanbul.
Yıldırım, E.
(2009), Hadiste
Metin Tenkidi,
İstanbul.
Zerkeşi,
Bedruddin (2002), Hz. Aişe’nin Sahâbeye Yönelttiği Eleştiriler,
çev. Bünyamin Erul,
Ankara.
Allah razı olsun hocam, faydalandık..
YanıtlaSilÇok faydalandım.Allah razı olsun
YanıtlaSil